Yaşı 35 ve
üzeri olanlar, özellikle köylerde yaşayanlar; kağnı, döven, anadut, tırpan,
yaba, tırmık gibi isimleri iyi hatırlarlar.
Harman zamanı
temmuz ayına kalan orta Anadolu bölgesinde eskiden tarlalar tırpanla biçilirdi.
Bu iş yorucu olurdu. Biçilen buğdaylar anadutlarla at arabalarına veya
kağnılara yüklenir harman yerine götürülürdü. Harman işi eğer ramazanda ise
sabah erkenden öğleye kadar ve iftardan sonra devam ederdi.
Harman yerine taşınan buğday yığınları kenarlarından yerlere yayılır. At veya öküzlerin çektiği alt kısmında çakmaktaşların sıralandığı dövenlerle ezilirdi. İşin en zevkli tarafı döven; buğday yığınları üzerinde dönerken onun üzerine binmekti. Birbirimizi destelerin üzerine iteler düşenler öküzlerin çiğnemesinden korkarak hızla tekrar dövene binmeye çalışırdı. Ezilen daneler yabalarla rüzgârda savrulur, rüzgâr samanı bir tarafa daneyi bir tarafa yığardı.
Bu sıcakta
çalışanlar oldukça susarlar, susayanlar soluğu yığınların gölge kısmında üzeri
ıslak bezle örtülü testinin yanına giderek kana kana içerdi Testi gölgede ve rüzgârın
geldiği yerde olup, ıslak bez sayesinde oldukça serin olur tadı da oldukça
güzelleşirdi.Harman yerine taşınan buğday yığınları kenarlarından yerlere yayılır. At veya öküzlerin çektiği alt kısmında çakmaktaşların sıralandığı dövenlerle ezilirdi. İşin en zevkli tarafı döven; buğday yığınları üzerinde dönerken onun üzerine binmekti. Birbirimizi destelerin üzerine iteler düşenler öküzlerin çiğnemesinden korkarak hızla tekrar dövene binmeye çalışırdı. Ezilen daneler yabalarla rüzgârda savrulur, rüzgâr samanı bir tarafa daneyi bir tarafa yığardı.
Bir Cumartesi
sabahı namazdan sonra yatağa uzanmıştım. Kaldırım yapan belediye işçilerinin
kürek ve mala sesleri ile uyandım. Hava oldukça sıcak güneşli idi. Bu gelen
sesler ve bu hava bana rahmetli pederi hatırlattı.
Bir gün
pederle harç karıyorduk elimi bir arı sokmuştu 13 yaşlarında idim. Pedere “ Bu
arılar insanları sokuyor, sonunda ölüyorlar. Peki, neden sokarlar o zaman” diye
sormuştum peder bana “sende insanları görüyorsun ölüyorlar peki neden namaz
kılmada tembellik yapıyorsun” diyerek bana hiç unutamadığım bir ders vermişti.
Rahmetli peder
inşaat ustası idi. O işi götüre (kabala) alır. Yanına iki amele alarak taş
temelden çatıya kadar kendisi yapardı. Önce kazmalar ile taş duvarın (Temel)
örüleceği yerler kazılır, sonra bu kazılan yerin köşelerine büyükçe köşe
taşları yerleştirir, köşe taşının birinden diğerine bir ip çekerek duvarı buna
göre örerdi. Duvar yükseldikçe elinde ki şakülü duvardan aşağı sarkıtarak
duvarın düzgünlüğünü kontrol ederdi. Bende tatil günleri el arabası ile pederin
balyozla kırdığı taşların ufaklarını (helik) getirerek taş duvarın harç
atılmadan önceki boşluklarını doldururdum.
Öyleye doğru
annem evde hazırladığı yemeği ve termosa koyduğu çayı inşaat alanına getirir,
bir köşede yerdik. Bu çalışmalar esnasında toprak testi yine baş dostumuzdu.
Güneşin altında taşla, kürekle çalışanlar oldukça susar, susayanlar soluğu
gölgede duran toprak testinin yanında alırdı.
Şimdi yapılan
inşaatlara bakıyorum da bizim çalıştığımız zamana ve ortama hiç benzemiyor, ne
el arabası görebiliyorum ne mala, ne şakül, ne terazi, ne de balyoz……
Manisa’ ya
geldiğim ikinci ay içinde pederin vefat haberini almıştım. Cenazesine
yetişemedim. Defin esnasında mezarın içine inen bir tanıdığın söylediği bir söz
var ki “ şu briketleri düzgün örün rahmetli çok güzel duvar örerdi”
hatırımdan hiç çıkmaz..
Artık
mazide kalan kağnı, döven, tırmık, dirgen, anadut gibi eskinin vaz geçilmezleri
şimdi parkları, lüks otel bahçelerini, dinlenme tesislerinin yeşil alanlarını
süslüyor.
Bu
park ve bahçelere her gittiğimde, temeli taş olan tek veya iki katlı evleri her
gördüğümde içim sızlar çünkü bunlar bana hep o günleri hatırlatır.
Aziz ÖZKAN
Sevgili dayıcım dedemi hiç tanımak nasip olmadı ama senin gibi güzel kalpli bı insan olduğuna eminim
YanıtlaSil