26 Haziran 2024 Çarşamba

KESTANE KANSERİ Cryphonectria parasitica Murr.Bar.

Gerek ekolojik açıdan gerekse ekonomik açıdan değerli bir ağaç olan kestane, birçok hastalık ve zararlı ile karşı karşıya kalmaktadır. Kestane hastalıklarının en önemlilerinden birisi, Cryphonectria parasitica (Murr.) isimli fungusun sebep olduğu kestane kanseri hastalığıdır.

Ülkemizin hemen hemen bütün kestaneliklerinde en fazla görülen ve kestane ağaçlarını öldüren amansız bir hastalıktır Kestane kanseri

            Manisanın Alaşehir ilçesi Horzum Alayaka köyü, Sarıgöl ilçesi kızılçukur köyü, Turgutlu dağmarmara hacı İsalar köyündeki kestanelikler bu hastalık yüzünden yıldan yıla kurumakta olduğunu tespit etmiştim.

            Bu hastalık neden bu kadar yayılıyor. Mücadelesi yapılmıyor mu diye sorarsanız. Benim gözlemlediğim kadarıyla kestaneliklerin birçoğu orman arazisi içindedir. Kestane yetiştiricilerin (sadece hasad yapmaya gelen sahipleri), bu hastalık konusunda ilgisiz ve bilgisiz olması, orman arazisi içinde olan bu kestaneliklerin tapusu devlettedir. Hal böyle olunca hastalıklı ağacı kesmenin, taşımanın yasak oluşu gibi nedenlerle hastalık her yıl artmaktadır.

Hastalığın yayılmasının bana göre en büyük nedeni hastalıktan kurumuş dalların kesildiği bıçağı, testereyi, budama makasını çiftçimiz sağlıklı ağaçlarada vurmaktadır. Ayrıca hastalıklı ağaçlardan aşı için kalem almaları da yayılmada büyük etkendir.

 C. parasitica, 1904-1950 yılları arasında, Amerika Birleşik Devletlerinin doğusundaki Castanea dentata’nın hemen hemen tamamının yok olmasına neden olmuştur. Hastalık 1938 yılından itibaren İtalya’dan Avrupa’daki C. sativa’nın bulunduğu geniş alanlara yayılmaya başlamıştır. Avrupa’da patojenin ABD’dekinden daha az virülenslik göstermesiyle ilgili kanıtlar olmasına rağmen; daha önceden hastalanmış olan kökten sağlıklı dip sürgünlerinin gelişmesi, ağacın hastalıktan kurtulduğunu göstermektedir.

Bu durum, o alanda virülent ırkla vejatatif uyumlu olan hipovirülent ırkların oluşmasıyla açıklanabilir. C. parasitica ırkları aralarında vejetatif uyumsuzluk gösterebilir, bir başka deyişle hifsel anastomosis oluşmayabilir. Hipovirülens aynı vejetatif uyum grubuna sahip olan virülent ırka anastomosis yoluyla taşınabilir, bu durumda virülent ırk hipovirülente (zayıf patojen haline) dönüşür.

Avrupa’da C. parasitica’nın birkaç uyum grubu belirlenmiş olması nedeniyle hipovirülensin geniş alanlara yayıldığı gözlenmiştir. ABD’de, hipovirülent ırkların dağılmasını sınırlayan 70’den fazla uyum grubu bulunmuştur. Fungus, az zararlı olduğu Çin ve Japon kestane çeşitlerinde doğal olarak bulunmaktadır.

Kestane kanseri miselyumunun rengi önce beyaz, sonradan sarımtırak renktedir. Enfeksiyondan 1-3 ay sonra oluşan stromalar üzerinde turuncu renkli piknikler meydana gelir. Olgunlaşınca kabuk üzerinde önce toplu iğne başı büyüklüğünde çıkıntılara neden olur, yağışlı dönemlerde bu çıkıntılardan sarı-turuncu renkli yoğun bir akıntı ile birlikte konidiosporlar çıkar. Bu sporlar silindir şeklinde ve renksiz olup, 3.78-2.14x2.16-0.54 um boyutundadır. Piknitlerin geliş­tiği stromaların dibinde, çapları 250–445 um olan, içinde çok sayıda askus bulunan peritesyumlar gelişir. Her askus 8 askospor içerir. Askosporlar 2 hücreli olup, 11.0-7.9x4.1-3.0 mm boyutundadır.

Kestane kanseri bir yara parazitidir. Kestane ağaçlarının kabuk dokusuna yeni oluşan yaralardan girdikten sonra, gelişimini ağacın toprak üstü aksamında, iç kabuk ve kambiyum dokularında miselyal yelpazeler şeklinde sürdürür. Hastalık nedeniyle kurumuş yada kesilmiş ağaçlarda da saprofıtik olarak gelişir ve hastalık kaynağı oluşturur.

Kış mevsiminde nemin yüksek olması nedeni ile olgun peritesyumlara ve askosporlara bu dönemde daha fazla rastlanmaktadır. Konidiosporlar İse yılın her mevsiminde meydana gelebilmektedir. Konidiospor ve askosporların her ikisi de enfeksiyon yapar. Kışın düşük sıcaklıkta gelişemezler, konidiospor oluşumu için en uygun sıcaklık 20–27°C, askosporlar için ise 18°C'dir.

Konidiosporlar kuşlarla, böceklerle ve yağmurla; askosporlar ise rüzgârla taşınarak yeni oluşan yaralara ulaşır ve hastalık oluşumuna neden olurlar.

C. parasitica’nın iki formu bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi hastalık oluşumuna neden olan virülent formu, diğeri ise yüzeysel, iyileşen kanserlere neden olan hipovirülent formudur.

Hastalığın virülent formu: Etmen bir yara paraziti olduğu için sağlıklı ağaçlara yeni oluşan yaralardan girer ve bu kısımda gelişimini devam ettirir. Zeytin yeşili renginde olan kabuk dokusu normal rengini kaybeder, kırmızımsı kahverenge döner. Hastalık ağacın toprak üstü kısmında; dallarda, gövdede, ağacın kök boğazına yakın kısmında görülür.

Enfekteli kabuğun alt kısmındaki kambiyum dokusunun ölmesi nedeniyle hastalıklı kabuk dokusu sağlıklı dokuya göre daha çökük görünür, daha sonra hastalıklı kabukta çatlak ve yarıklar meydana gelir.

Canlılığını kaybeden kabuk dokusu odun dokusundan ayrılır ve şişkinleşmiş bir görünüm alır. Hastalıklı kabuğun alt kısmındaki doku normal rengini kaybeder, iç kabukta fungusun sarımtırak devetüyü renginde miseliyal yapıları oluşur. Daha sonra bu miseliyal yapıların üzerinde piknidiyum oluşur, olgunlaşınca kabuk dokusunun üzerinde sivilce şeklinde çıkıntıların oluşmasına neden olur. Yağışlı dönemlerde bu çıkıntılardan (piknidiyum) sarımsı turuncu renkli yoğun bir akıntı ile birlikte konidiosporlar çıkar. Hastalık etmeninin kabuk dokusunda gelişiyor olması nedeniyle ağaçların iletim demetleri zarar görür. Bu yüzden hasta dallar üzerindeki yapraklar kurur.

Gövde enfeksiyonlarında ise hastalıklı kısmın üstündeki ağaç aksamı kurur. Ağaç yaşamını sürdürebilmek için hastalıklı kısmın altında dormant gözlerden yeni sürgünler oluşturur. Hastalık gövdeyi çevreledikçe ve aşağıya doğru ilerledikçe bu sürgünler de kurur. Sonuçta ağaç tamamen kurur. C. sativa’nın kabuğu soyulmuş odununda, odun talaşında da etmenin miselyumu görülebilir. C. sativa’nın odun ve kabuğunda, konidial dönemi makroskobik olarak C. parasitica’ya benzeyen, ancak mikroskobik özellikleri (konidi spor 4–5×1μm) (üreme yapısı turuncu değil) farklı olan daha az patojenik ve saprofitik fungus olan Valsa spp. (Cytospora) (çoğunlukla Valsa ceratophora Tulasne & C. Tulasne ancak Valsa intermedia Nitsche’da) bulunabilir. Bazı Cytospora spp. de C.parasitica gibi hastalıklı kabuk dokusunda kırmızımsı renk değişimine neden olabilir ve nadiren de olsa piknidium’u turuncu renkli olabilir.

Hipovirulent formu: C. parasitica’nın hipovirülent ırkları, zayıf patojen olmaları nedeniyle genellikle hastalık yapma yetenekleri düşüktür.

Bu yüzden kabuk enfeksiyonu daha az belirgindir. Hipovirulens hastalığın doğal kontrolü için önemlidir. Hipovirülent ırkla enfekteli genç C. sativa gövdeleri, virulent formun erken dönemine benzer (kabukta kırmızımsı renk değişimi) belirtiler oluşturabilir. Daha eski enfeksiyonlarda ise etmenin yüzeysel kabuk gelişimi sınırlıdır, odun dokusuna kadar ilerlemez ve kallus dokusu oluşur. Enfeksiyonların 2 farklı tipi vardır: İyileşen kanserler ve iyileşmiş kanserler. İyileşen kanserlerde, gövdede hastalık bulunmasına rağmen ağaç yaşamını sürdürmektedir. Hastalıklı kırmızı kabuk dokusu şişkinleşmiştir, kabuk dokusunda yüzeysel olarak miselyum gelişimi mevcuttur, stroma oluşumu azdır, belirgin kallus oluşumu vardır.

Hastalıklı kısmın altında su sürgünü oluşumu bulunmamaktadır. İyileşmiş kanserlerde de gövdede hastalık bulunmasına rağmen ağaç yaşamını sürdürmektedir. Ancak, hastalıklı kabuk dokusu siyahlaşmış ve şişkindir. Enfekteli kabuğun altındaki kambiyum dokusu sağlıklıdır. Fungusun virulensi düşüktür, stroma oluşumu yoktur, belirgin kallus oluşumu vardır. Hastalıklı kısmın altında su sürgünü oluşumu bulunmamaktadır.

BELİRTİLERİ

Kestane kanseri, ağaçların tamamen kurumasına neden olan ve hızla yayılan çok önemli bir hastalıktır.

Kestane kanserinin yayılmasında en önemli faktör, bulaşık aşı kalemlerinin kullanılmasıdır. Diğer bir önemli faktör de hastalığın sorun olduğu yerlerde hasadın dallara sırıkla vurularak yapılmasıdır. Hasat sırasında meydana gelen yaralardan hastalık etmeni girerek yeni enfeksiyonlara neden olmaktadır.

Etmen bir yara paraziti olduğu için sağlıklı ağaçlara taze yaralardan girer ve giriş yaptığı kısımdaki kabuk dokusu normal rengini kaybederek kırmızımsı kahverengine dönüşür. Hastalıklı kabuk dokusunda önce çöküntüler, daha sonra çatlak ve yarıklar meydana gelir. Canlılığını kaybeden kabuk dokusu odun dokusundan ayrılır ve şişkinleşmiş gibi bir görünüm alır. Hasta kısımlarda kabuk altı normal rengini kaydedip, sarımtırak devetüyü renginde misel yelpazeleri ile Örtülür.

Olgun piknitler kabuk dokusunun yüzeyinde sivilce şeklinde çıkıntıların meydana gelmesine neden olur. Yağışlı dönemlerde bu çıkıntılardan sarımsı turuncu renkli yoğun bir akıntı ile birlikte konidiosporlar çıkar.

Hastalık etmeninin iç kabuk ve kambiyum dokusunda gelişmesi nedeniyle ağaçların iletim demetleri zarar görür. Bu nedenle hastalıklı dallardaki yapraklar önce solup içe doğru kıvrılır sonra kurur. Gövde enfeksiyonlarında ise enfeksiyon noktasının üstündeki kısmın gelişimi önce duraklar, sonra ağaç yaşamını sürdürebilmek için hastalıklı kısmın altında dormant gözlerden yeni sürgünler oluşturur. Hastalık gövdeyi çevreledikçe ve aşağıya doğru ilerledikçe bu sürgünler de kurur ve sonuçta ağaç ölür.

Uluslararası ticarette, konukçu bitkilerle, ya da odun ya da kabuk üstünde taşınabilir. Meyve ve tohumla taşınma riski düşüktür.

COĞRAFİK DAĞILIMI

Türkiye: Hastalık ilk olarak 1967 yılında Marmara Bölgesi (Kocaeli-Karamürsel ve Gölcük; İstanbul- Beykoz ve Şile) kestaneliklerinde saptanmış, takip eden yıllarda Marmara Bölgesinin diğer kestane alanlarına da yayılmıştır. 1990’lı yıllardan itibaren Karadeniz ve Ege Bölgesi kestaneliklerinde görülmeye başlamış ve giderek yayılmıştır.

EPPO bölgesi (Avrupa ve Akdeniz Bitki Koruma Örgütü): Avusturya, Belçika, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İtalya, Makedonya, Polonya, Portekiz, Rusya (Karadeniz sahili, Kafkasya), Slovakya, Slovenya, İspanya, İsviçre, Tunus, Türkiye, Ukrayna, İngiltere.

Asya: Çin, Gürcistan, Hindistan (Uttar Pradesh), Japonya (Honshu), Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Kore Cumhuriyeti, Tayvan, Türkiye.

Afrika: Tunus.

Güney Amerika: Kanada (Britanya Kolombiya’sı, Ontario), Amerika Birleşik Devletleri

KONUKÇULARI

Konukçuları, bütün kestane çeşitleri ile meşe, sumak, karya ve akçaağaçtır.

MÜCADELESİ

Karantina Önlemleri

Bu hastalık etmeni iç ve dış karantina listesinde yer almaktadır. Hastalıklı bitki ve üretim materyalleri hastalıktan ari yerlere taşınmamalıdır. Aşılı ve aşısız fidanlar satış öncesi resmi olarak gözle muayene edilmeli ve şüpheli durumlarda ilgili kurumlara analiz için gönderilmelidir, bitkilerin enfekteli olduğu resmi test ile belirlendiğinde ise bu bitkiler imha edilmelidir. Aşı amacıyla bulaşık ağaçlardan çoğaltım materyali (kalem, çelik vb.) alınmamalıdır. Hastalığın görüldüğü alanlardaki, işlenmemiş kestane ve diğer konukçusu ağaçlara ait odunlar temiz alanlara sokulmamalıdır.

 Kültürel Önlemler

 Tamamen kuruyan ağaçlar kök boğazından, hastalıklı dallar yada ana gövde hastalıklı kısmın 25 cm altından kesilerek yakılmalıdır.

— Kesilen yerlere hastalık etmeninin girişini engellemek için "3 kısım ardıç katranı+1 kısım göztaşı" sürülmelidir.

— Budama ve aşı için kullanılan aletler %10'luk çamaşır suyu (sodyum hipoklorid) içinde dezenfekte edildikten sonra diğer dalların budama ve aşı işlemine geçilmelidir.

— Aşı kalemleri hastalığın sorun olmadığı yerlerden alınmalıdır.

— Yara oluşumunu en aza indirecek bir hasat yöntemi seçilmelidir.

Kimyasal Mücadele

Bu hastalığın kimyasal mücadelesi yoktur.


Aziz ÖZKAN

                                                                                             Ziraat mühendisi

ANTALYA ZİRAİ KARANTİNA MÜDÜRLÜĞÜ

                                                                                                ozkanaziz@gmail.com 

KAYNAKLAR

http://www.zmmae.gov.tr/images/zirai_mucadele_teknik_talimatlar/cilt_5.pdf

https://www.forestresearch.gov.uk/tools-and-resources/fthr/pest-and-disease-resources/sweet-chestnut-blight-cryphonectria-parasitica/sweet-chestnut-blight-pictures/

https://treecanada.ca/resources/tree-killers/chestnut-blight/

https://www.birdsoutsidemywindow.org/category/trees/

https://www.tarimorman.gov.tr/GKGM/Belgeler/DB_Bitki_Sagligi/Survey/13 Kestane_Kanseri_Survey_Talimati_2017.pdf

4 Temmuz 2023 Salı

ŞEKER PANCARLARINDA Cercospora beticola (YAPRAK LEKESİ)


Cercospora beticola Temel besin maddeleri arasında yer alan şeker, ülkemizde şeker pancarından elde edilmektedir. Şeker pancarı dünyada olduğu gibi ülkemiz de de endüstri bitkileri arasında yer alan en önemli bitkilerden biridir. Şekerin verimli ve kaliteli olmasını etkileyen birçok faktör vardır bunlardan en önemlisi de iklimdir. Son zamanlarda iklim değişikliğinden dolayı şeker pancarında görülen hastalık ve zararlıların popülasyonların da önemli derecede artış gözlemlenmiştir. Cercospora yaprak lekesi (Cercospora beticola Sacc.), şeker pancarının en tahripkâr hastalıklarından biridir. Dünyada şeker pancarı ekim alanlarının yaklaşık yarısında yaygınlık göstermektedir. Hastalığın şiddeti, ülkeye ve bölgeye göre değişim gösterip mücadele yapılmadığı zaman şeker pancarının kök verimini %26, şeker varlığını %13, arıtılmış şeker varlığını %18 ve şeker verimini %55’e varan oranlarda düşürmektedir. Ayrıca, pancarda düşük oranda bulunması istenen, fabrikada pancardan şeker alımını olumsuz yönde etkileyen potasyumu %6, sodyumu %25 ve alfa amino azotu %40 oranlarında arttırmaktadır. Bu hastalık, entegre mücadele yöntemleriyle kontrol altına alınabilmektedir. Hastalığın etmeni olan Cercospora beticola Sacc. kullanılan ilaçlara karşı kısa sürede dayanıklılık geliştirdiği için kimyasal mücadelede farklı bir strateji uygulanması ve büyük titizlik gösterilmesi gerekmektedir. Uygun iklim koşullarında hastalık bazı yıllar epidemik düzeyde görülmektedir. Özellikle son yıllarda ülkemizde şeker pancarında görülen hastalık oranlarındaki artış şeker pancarını verim ve kalite bakımından olumsuz yönde etkilemiştir. Türkiye’de şeker pancarı ekim alanlarında görülen ve ekonomik önem taşıyan hastalıkların başında Cercospora beticola (Yaprak lekesi) hastalığı gelmektedir.Bu hastalığın kontrolünde bazı fungisitler önerilmekte ancak, patojenin fungisitlere karşı dayanıklılık geliştirmesi hastalıkla savaşımı zorlaştırmaktadır. Bunun yanında dayanıklı çeşit kullanımı hastalığın kontrolünde en etkin ve çevreci yöntem olmakla birlikte, patojenin yüksek genetik varyasyon yeteneği ve dayanıklılığın patojenin ırklarına göre farklılık göstermesi dayanıklılık ıslahı çalışmalarını da olumsuz yönde etkilemektedir. Hastalığın çıkışı ve gelişmesi, üretim yılının yağış ve sıcaklık seyri ile doğrudan ilgilidir. Fungus sporlarının yapraklar üzerinde çimlenip stomalardan içeri girmesi ve enfeksiyonun başlaması için uygun koşulların oluşması gerekmektedir. Gündüz 27-32°C dolayında ve gece 15-17°C dolayında hava sıcaklıkları ve her gün en az 15-18 saat %60’ın üzerindeki nispi nem koşulları enfeksiyonun başlaması ve yayılması için yeterlidir. Gece sıcaklıkları, 20°C ve üzerine çıktığında lekelerin hızlı bir şekilde artması sonucu yaprak ölümleri de hızlanır. Hastalığın her yıl görüldüğü bölgelerimizde mayıs-haziran-temmuz aylarında enfeksiyon için uygun sıcaklık ve nem koşulları oluşur. Bu aylarda sık sık yağan yağmurlar ve yapraklarda oluşan çiğ ile enfeksiyon başlar. Özellikle gündüz sıcaklıklarının 30°C ve gece sıcaklıklarının 17-18°C olduğu günler fungus sporları yüksek oranda aktif hale gelmektedir. Ayrıca sahile yakın rakımı düşük bölgelerde gece sıcaklıkları ve nem yüksektir ve bu bölgelerde şeker pancarlarının Cercospora yaprak lekesi hastalığına yakalanma riski daha fazladır. Hava sıcaklığı uygun sıcaklıklarda olsa dahi eğer nispi hava nemi uygun koşullarda olmaz ise hastalık etki edemez ve epidemik bir patlama yapamaz. Fungusun yaşamını toprakta, yaprakta ve tohum artıkları üzerinde 2 veya 3 yıl arasında devam ettirebilen sporlar yağmur damlaları, rüzgâr veya çeşitli hava koşulları sayesinde şeker pancarı yapraklarına taşınır. Çeşitli yollar ile yaprak üzerine taşınan sporlar bitkilerin tarla yüzeyinin tamamını kaplamasından itibaren sıcaklık ve nisbi hava neminin de uygun şartlar oluşmasıyla beraber en erken Mayıs ayının sonuna doğru çimlenir ve alt yüzeydeki gözeneklerden içeri girip parankima dokusunda gelişimini devam ettirirler. Yaprakta ilk hastalık belirtileri ise 7 ila 14 gün arasında görülür. Bu dönemin sonlarına doğru ise en erken Mayıs sonu Haziran başına doğru pancarların önce dıştaki yaşlı yapraklarının kenarları kırmızı veya koyu kahverengi bir renk ile çevrilir sonrasında ise ortası gri-siyah renkli 2-3 mm çapında dairesel yuvarlak lekelerin oluştuğu gözlemlenir. Bu gözlemlenen lekeler Cercospora hastalığının başladığını belirtir. Yapraklardaki lekeler hastalığın şiddetiyle kısa zamanda çoğalıp birleşir. Yüzeyleri tamamen lekeyle kaplı olan yapraklar zamanla kurur ve yapraklar ölmeye başlar. Çok ağır salgınlarda şeker pancarları yapraklarını tamamen kaybeder ve yeni yaprak oluşumuna gittiği zamanda ise şeker oranında kayba neden olurlar ve yeni sürdükleri bu yapraklarda hastalığa kapılarak ölürler. Böylece pancarın başı yukarıya doğru konik bir şekilde uzamış olur. Bu konik baş en çok pancarın kökü kadar uzama gösterir. Cercospora lekeleri tarlanın değişik yerlerinde sadece birkaç bitkide görülürken zamanla bu bitkiler enfeksiyonun öbek noktası haline gelir böylelikle hastalık bütün tarlaya yayılmış olur. BELİRTİLERİ Hastalığın etmeni, Cercospora beticola Sacc. fungusudur (mantar). Cercospora yaprak lekesi, dünyada şeker pancarının en yaygın ve en tahripkâr hastalığıdır. Ülkemizde üretim yılının yağış, yüksek nispi nem ve sıcaklık durumuna bağlı olarak haziran başından itibaren pancarların önce yaşlı dış yaprakları üzerinde birer daire şeklinde, orta alanı gri-açık kahverengi, çevresi kırmızı-koyu kahverengi, dar veya geniş belirgin bir dış kenarla kuşatılmış 2-5 mm çapında küçük lekeler oluşur. Yapraklardaki lekeler, hastalığın artan baskısıyla, kısa zamanda çoğalıp birleşir. Yüzeylerinin tamamı lekelerle kaplanan yapraklar, zamanla kuruyup ölür. Ağır salgınlarda çok sayıda yaprak ölür, bitkiler yapraklarının tamamını kaybeder ve yeni yapraklar sürer. Yeni yapraklar da sürekli olarak hastalığa yakalanıp ölür. Mevsim sonuna doğru göbek yapraklarda ve yaprak sapları üzerinde de uzunlamasına lekeler görülebilir. Mevsim sonunda, pancarın başı yukarıya doğru konik bir şekilde uzamış bir görünüm alır. Tohum salkımları oluşmuş olan tohumluk bitkilerde toprak yüzeyinin hemen üzerindeki kısımların tamamı hastalıktan etkilenir. Hastalık şeker pancarı yapraklarının yaz ortasından itibaren ölmesine ve yeni yapraklar sürerek yenilenmesi ile birlikte kök büyümesini ve şeker birikimini azaltır. Hastalığın Türkiye’de görüldüğü Marmara ve Karadeniz bölgelerinde ilaçlama yapılmadığı zaman enfeksiyon derecesine bağlı olarak kök verimi %1-26, şeker varlığı %3-13 ve artırılmış şeker varlığı %5-18 oranlarında düşer. Pancarın amino asit azotu varlığı %1-40 artar artırılmış şeker verimi ise %6-36 oranında azalır. Şeker pancarında kayıplar kök veriminde 60-1.830 kg/da, şeker varlığında 0,5-2,0 °S polar şeker, arıtılmış şeker varlığında 0,6-2,4 °S polar şeker ve arıtılmış şeker veriminde 50-415 kg/dekar arasında değişir (Kaya 2015). Türkiye’de Cercospora hastalığı, daha çok nemli ve sıcak iklime sahip Marmara ve Karadeniz Bölgeleri’ndeki şeker pancarı ekim alanlarında yaygındır. Cercospora yaprak lekesi, Adapazarı Şeker Fabrikasının Merkez, Akyazı, Düzce, Pamukova ve Kaynarca bölgeleri; Susurluk Şeker Fabrikasının Karacabey, K.Paşa, Manyas, Balıkesir, Susurluk, Bursa, Biga, Gönen, Burhaniye, Soma ve Yenişehir bölgeleri; Amasya Şeker Fabrikasının Erbaa, Taşova, Amasya, Kayabaşı, Göynücek, Vezirköprü, Havza, Merzifon, Suluova ve Gümüşhacıköy bölgeleri; Kastamonu Şeker Fabrikasının Merkez, Boyabat, Araç, Tosya ve Taşköprü bölgeleri; Turhal Şeker Fabrikasının Niksar, Turhal ve Pazar bölgeleri; Alpullu Şeker Fabrikasının Merkez, Uzunköprü, Keşan, Kırklareli, Lüleburgaz, Hayrabolu ve Edirne bölgeleri; Malatya Şeker Fabrikası’nın Gölbaşı bölgesinde (Urfa) her yıl görülmektedir. Burdur Şeker Fabrikasının Senirkent, Dazkırı ve Dinar bölgelerinde, Çorum Şeker Fabrikasının Osmancık bölgesinde; Uşak Şeker Fabrikasının Merkez ve Simav bölgelerinde; Yozgat Şeker Fabrikasının Çekerek bölgesinde nadir görülür (Kaya, 2015). İç Anadolu Bölgesi’nde ve geçit bölgelerde akarsu vadilerinde ve kapalı havzalarda mayıs, haziran ve temmuz aylarının yağışlı geçtiği bazı ekstrem yıllarda (1999, 2010, 2011, 2014 ve 2015), hastalığın temmuz ve ağustos aylarından itibaren epidemi yaptığı gözlenmiştir (Kaya, 2015). EKONOMİK ÖNEMİ Bütün nemli-sıcak ekim bölgelerinde Cercospora şeker pancarının en önemli yaprak hastalıklarından biridir. Hastalık etmeni özellikle Adapazarı, Çarşamba ve Susurluk Şeker Fabrikalarının ekim sahalarında şiddetli görülmekte olup, yüksek verim kayıplarına sebep olmaktadır. Türkiye’de hastalık, bitkilerde yaprakların yaz ortasından itibaren sürekli ölmesine ve yeni yapraklar sürerek yenilenmesi ile bitkilerin kök büyümesini ve şeker birikimini zayıflatır. Hastalığın her yıl çıktığı Marmara Bölgesi’nde ilaçlama yapılmadığı zaman, enfeksiyonun şiddetine bağlı olarak pancarın kök verimi %1-26, şeker varlığı %3-13 ve arıtılmış şeker varlığı %5-18 oranlarında düşer. Pancarın α-amino asit azotu varlığı %1-40 oranında artar arıtılmış şeker verimi ise %6-36 oranında azalır. Kayıplar; kök veriminde 60-1.830 kg/da, şeker varlığında 0,5-2,0 °S polar şeker, arıtılmış şeker varlığında 0,6-2,4 °S polar şeker ve arıtılmış şeker veriminde 50-415 kg/dekar arasında değişir (Kaya, 2015). MÜCADELE Cercospora hastalığına karşı, öncelikle münavebe, dayanıklı çeşit kullanımı gibi kültürel tedbirlerin yanında ve tamamlayıcı olarak da kimyasal kontrol yöntemleri entegre edilerek birlikte uygulanır. Kültürel Mücadele -Cercospora hastalığının çoğalma organları pancar yapraklarında ve toprakta 2 yıl canlı kaldığı için aynı tarlada 3 yıldan önce pancar ekilmemelidir. Üç yıllık münavebe, hastalığın yıllık enfeksiyon potansiyelini ve baskısını azaltmaktadır. -Hastalığın konukçusu olan yabancı otlarla iyi mücadele edilmesi ile hastalık baskısı azalmaktadır. -Cercospora sporu bulaşmamış tohumluk kullanılması ile hastalığın taşınması önlenmektedir. -Hastalığın her yıl çıktığı bölgelerde Cercospora’ya dayanıklı/toleranslı şeker pancarı çeşitlerinin ekilmesi ile normal çeşit ekimine kıyasla hastalık 15-20 gün daha geç ortaya çıkmakta ve hastalık şiddeti mevsim boyunca daha yavaş seyretmektedir. -Şeker pancarı tarımında toprak hazırlamadan hasada kadar uygulanan bitki yetiştirme tekniklerinin usulüne uygun ve zamanında yapılması, bitkinin kuvvetli ve hızlı gelişmesini sağlamaktadır. Bu da bitkilerin hastalıklara karşı mukavemetini arttırır. -Yağmurlama sulamanın gündüz yapılması, tarla seviyesinde nispi nem düzeyinin süresini uzattığı için enfeksiyonu teşvik etmektedir. Bu nedenle sulamanın gece yapılması gerekmektedir. Kimyasal Mücadele Hastalık, fungisitlere karşı kısa sürede dayanıklılık oluşturmaktadır. Bundan dolayı değişik etki mekanizmalarına sahip fungisitler seçilerek ve farklı karışımlar hazırlanarak mevsim boyunca bir program dahilinde bunların uygulanması gerekmektedir. İlk ilaçlama zamanı çok önemlidir. İlaçlamaya başlamada iki erken uyarı metodu kullanılmaktadır. 1.Erken uyarı metoduna göre; her pancar tarlasında diagonal olarak gidilerek her bir bitkiden bir adet olmak üzere toplam 100 erişkin yapraktan 5’inde birer leke görüldüğünde birinci ilaçlama, 45’inde görüldüğünde ikinci ve 95’inde görüldüğünde üçüncü ilaçlama yapılmaktadır. Birinci uygulamadan sonra yaklaşık 15-20 gün arayla hasattan bir ay öncesine kadar ilaçlama tekrarlanır. 2. Erken uyarı metoduna göre; iklim verisi ölçüm cihazlarından bilgisayara aktarılan verilerin Cercospora yaprak lekesi yazılım programı vasıtasıyla, günlük enfeksiyon değerleri ile inkübasyon ve sporulasyon risk oluşum değerlerinin hesaplanması sonucu program uyarı verdiğinde ilk ilaçlamaya başlanmaktadır. Yaklaşık 15-20 günlük ilaç etkinlik süresi bittiğinde, programın tekrar uyarı vermesi beklenerek ikinci ve bu uygulamadan 15-20 gün sonra yine programın uyarı vermesi beklenerek üçüncü ilaçlama yapılır. Bu şekilde hasattan bir ay öncesine kadar ilaçlama tekrarlanır. İlaçlamalarda, kontak ve sistemik etkili olmak üzere, değişik etki mekanizmalarına sahip ilaçlar, mevsim içerisinde sırayla değiştirilmek suretiyle, farklı karışımlarda birlikte uygulanır. Sistemik etkiye sahip ilaçlar, iyileştirici bir özelliğe sahip olup yaprak gözeneklerinden içeri alınır ve iç dokulardaki fungus (mantar) miselini yok ederek müteakip enfeksiyonları önler. Kontak etkili ilaçlar ise koruyucu ve dayanıklılık kırıcı etkilere sahip olup pancar yapraklarının üzerinde ince bir film tabakası oluşturur ve çimlenip yaprak gözeneklerinden içeri girip mantar sporlarını öldürerek enfeksiyonu durdurur. Kontak etkili ek ilaçların karışımdaki diğer bir işlevi, mantarın sistemik etkili ana ilaçlara bağışıklık oluşturmasını engellemektir. Ülkemiz koşullarında son yıllarda iklim seyrinin haziran ve temmuz aylarında yağışlı geçtiği bazı yıllarda Orta Anadolu Bölgesi’nde hastalık ortaya çıkabilmektedir. Böyle yıllarda özellikle üreticilerin, yaygın olarak bitki koruma ürünleri, yaprak gübresi, bitki gelişim düzenleyicileri vb. ürünleri küçük springlerle uygulamaları, pancar yapraklarının sık ve uzun süre ıslak kalmasına neden olduğundan Cercospora yaprak lekesi hastalığının ortaya çıkmasına ve şiddetinin artmasına imkân vermektedir. Bu nedenle, bu uygulamaların pancarın sulama zamanlarına denk getirilmesi, hastalığın ortaya çıkmasını engelleyecek veya geciktirecek ve şiddetini azaltacaktır. Geç ortaya çıkan ve düşük şiddette seyreden hastalık, bir kez ilaçlamayla kontrol altına alınabilecektir. Özellikle Cercospora ilaçlarını da bu springlerle uygulayan üreticiler, hem ilacın etkinliğini düşürmekte hem de hastalığı teşvik ettiği için bu uygulamalardan mutlak suretle vazgeçmeleri gerekmektedir. İlaçlamaya, yaprakların üzerindeki sabah çiyi kalktıktan sonra başlanmalı ve ilaç dağılımını olumsuz etkileyen rüzgârlı havalarda ilaçlama yapılmamalıdır.















Aziz ÖZKAN

                                                                                             Ziraat mühendisi

ANTALYA ZİRAİ KARANTİNA MÜDÜRLÜĞÜ

                ozkanaziz@gmail.com   https://www.azizozkan.com/

KAYNAKLAR

Turktob. org.tr. 2021. [online] Available at: <https://www.turktob.org.tr/dergi/makaleler/dergi21/33-37.pdf> [Accessed 13 September 2021].

Bitki Koruma. 2021. Şeker Pancarında Yaprak Leke Hastalığı (Cercospora beticola) – Bitki Koruma. [online] Available at: <http://www.entofito.com/cercospora-beticola/> [Accessed 13 September 2021].

https://agrovisio.com.tr/blog



Çilek Küllemesi (Sphaerotheca macularis) ( Wallr. Fr.) Jacz. f.sp.fragariae Peries

Çilek Küllemesi
Çilek (Fragaria), gülgiller (Rosaceae) familyası içinde yer alan bir bitki cinsi ve bu cins içinde yer alan türlerin meyvelerinin ortak adıdır. Tohumları meyvenin üzerinde (dışarıda) bulunan birkaç meyveden biridir. Bu yönüyle, çilek bir istisnadır, çünkü çoğu meyvenin tohumları meyvenin içinde bulunur. Dünyada, adlandırılmış 20'den fazla çilek türü vardır; ayrıca, çeşitli melezler ve kültivarlar da bulunur. Dünya çapında ticari olarak en çok yetiştirilen çilekler, bahçe çileği olarak adlandırılan Fragaria × ananassa melezinin kültivarlarıdır. Çilekler, yoğun C vitamini barındırırlar. Çilek, hem sanayiye elverişli hem de taze olarak tüketilebilen çok lezzetli ve hoş kokulu bir meyve türüdür. Bol miktarda A, B, C vitaminleri, kalsiyum, demir ve fosfor gibi mineral maddeler içerir. Çilek taze olarak sofrada yararlanılmasının yanında çileğin pastası, reçeli, marmelatı, kompostosu, dondurma, şıra, şarap, şampanya ile likörü de yapılmaktadır. Çilek tüketici tarafından arzulanan bir meyve olduğu için derin dondurma yoluyla uzun süre saklanarak tüketilebilir. Dünya çapında en sevilen ve en çok tüketilen meyvelerden biri olan çilek, aynı zamanda en çok ticareti yapılan meyve çeşididir. Kendine has aroması ve kokusuyla hem yetişkinler hem de çocuklar tarafından beğeni ile tüketilen meyve, Türkiye’de Akdeniz ve Ege Bölgesi’nde yaygın olarak yetiştirilir. Hassas ve bakım isteyen bir meyve çeşidi olan çileğin taze olarak tüketilmesi ve buzdolabında saklanması önerilir. Ana vatanı Amerika olan çilek, dünya genelinde yıllık 5 milyon tonluk üretimi ile en çok yetiştirilen meyvelerden biridir. Çilek bol çeşitli ekolojik şartlarda yüksek verim ve kalite gösteren çeşitlerinin ortaya çıkarılmasından sonra, büyük bir gelişme ve günümüzde bir çok ülkede ekonomik bir öneme sahip olmuştur. Köklerin % 90'ı toprağın 15'lik derinliğinde bulunur. Bir çilek çeşidinde ne kadar fazla yaprak var ise, o kadar fazla çilek salkımı oluşacak demektir. Çeşide ve çevre şartlarına bağlı olarak, ana bitkiden kollarla (Stolon) 100'ün üzerinde yavru bitki oluşabilir. Döllenmeden sonra, döllenmiş çekirdeğin etrafındaki etli kısım büyümeye başlamaktadır. Çilek tanelerinin şekli yetiştikleri iklim şartlarına ve çeşide göre değişiklik gösterebilmektedir. Çilekte tanelerin sertlik durumu pazarlama açısından önemlidir. Çiftçiler için pazar ve endüstriye uygun sert çeşitler avantajlıdır. Dergimizin bu sayısında çilek yetiştiricilerinin en büyük sorunlarından biri olan çilekte külleme hastalığından bahsedeceğim. Fungus obligat bir parazittir.(Yaşamsal evrelerinin çoğunu konukçu vücudunda geçirir) Miselyum beyaz renklidir ve yaprakların alt kısmında gelişir. Fungus kışı enfekteli ama canlı yapraklarda geçirir. Yeni çilek alanları için enfekteli üretim materyalleri primer inokulum kaynağıdır. Hava koşulları uygun olduğunda sert, şeffaf konidiospor zincirleri oluşur. Hastalığın erken döneminde yaprakçıkların alt yüzeylerinde küçük parçalar şeklinde beyaz, ağ benzeri yapılar gelişir. Bu lekelere külleme görünümü veren küçük şeffaf sporlar üretilir. Hastalık şiddetli geliştiğinde yaprakçıklar daha çok enfekte olur ve ağ benzeri gelişme tüm yaprakçıkların alt yüzeyini kaplar. Aynı zamanda fungusa özel fruktifıkasyon organları olan kleistotesiyumlar dağınık olarak ağ benzeri gelişmelerin ucunda bulunabilir. Askosporları içeren kleistotesiyumlar düşük ışık yoğunluğu olan kısa günlerde, yüksek nem ve düşük sıcaklık koşullarında oluşur. Bu yapılar Önce beyaz olup daha sonra siyahlaşır. Enfekteli bitkiler üzerinde çoğalan sporlar rüz¬gâr ile taşınarak yeni enfeksiyonlar meydana getirirler. Külleme hastalığının geli¬şimi ve yayılması için orta ve yüksek nem koşullan ile yaklaşık 15-27°C sıcaklık uygundur. BELİRTİLERİ Hastalık, çileklerde yaprak sapları, çiçek demetleri, çiçekler ve meyvelerde zararlanmalara yol açar. Küllemenin yaprak belirtileri çok tipiktir. Duyarlı çeşitlerde yaprakların alt yüzeyinde beyaz lekeler şeklinde miselyum gelişir, meydana gelen lekeler zamanla birleşir ve yaprak kenarları yukarı doğru kıvrılır. Çilek tarlalarında enfeksiyona bağlı olarak gümüşi bir görünüm oluşur. Enfekteli yaprakların alt yüzeyinde kuru, morumsu ya da kahverengimsi lekeler gelişir, yaprak üst yüzeyinde ise kırmızı renk değişimi görülür. Değişik zamanlarda enfekte olan yaprakların üst yüzeyinde de düzensiz sarı ya da siyah lekeler oluşabilir. Tüm gelişme dönemlerinde çiçekler ve meyveler enfeksiyona duyarlıdır. Enfekteli çiçekler, beyaz külleme sporları ile kaplanır, şekil bozuklukları olur ve ölürler. Enfeksiyona bağlı olarak polen üretimi azalır, meyve tutumu az olur. Fungus meyve yüzeyinde beyaz misel oluşturarak sporlanabilir. Meyveler sertleşir ve olgunlaşma normal değildir. Yaprak enfeksiyonları sonucunda yapraklar zarar görür. Etmenin misel tabakası fotosentezi azaltır, nekrozlar oluşur ve hatta yaprak dökümleri meydana gelebilir. Şiddetli enfeksiyonların verim üzerindeki etkisi önemli boyutlardadır. Ürün kayıplarına yaprak ve meyve enfeksiyonları yol açmaktadır. Enfekteli meyvelerin raf ömrü kısalmakta, kaliteleri azalmakta, kısa sürede kurumaktadırlar. Ülkemizde çilek üretilen tüm alanlarda rastlanmaktadır. KONUKÇULARI Yabani ve kültüre alınan tüm çilek çeşitlerinde hastalık görülmektedir. MÜCADELESİ Kültürel Önlemler ~ Sağlıklı üretim materyali kullanılmalıdır. - Hasattan sonra hastalıklı bitki artıkları toplanarak yakılmalıdır. ~ Aşırı sulama ve sık dikimden kaçınılmalıdır. Kimyasal Mücadele İlaçlama zamanı 1. İlaçlama: Hastalığın ilk belirtileri görüldüğünde 2. ve diğer ilaçlamalar: Kullanılan ilaçların etki süresi dikkate alınarak, enfeksiyon koşulları sona erinceye kadar ilaçlamalara devam edilir. İlaçlama programlarında son uygulama ile hasat arasındaki süreye dikkat edilmelidir.

24 Ağustos 2022 Çarşamba

ZEYTİN KABUK SİNEĞİ (Resseliella oleisuga)

Gall sinekleri (Diptera: Cecidomyiidae), küçük göze çarpmayan uçan türler olup, orman ve tarım alanlarının önemli bireyleridir. Cecidomyiidae familyasının larvaları çeşitli konukçularda beslenir ve üç biyolojik gruba ayrılabilirler: yaklaşık %50’si fitofag, %40’ı micofag, %8’i zoofag ve yaklaşık %2’sinin biyolojisi bilinmemektedir. Avrupa’da Cecidomyiidae familyası 1800 tür 270 cins den oluşmaktadır. Cecidomyiinae’nin çoğu bitkilerde beslenerek “gal” şeklinde yapılar oluşturmasına karşın bazıları ise gal oluşturmamaktadırlar. Türkiye’de Cecidomyiidae faunasına ait 38 cinse bağlı 71 tür bulunduğu, bunların 62 tanesi fitofag olup, 59 konukçu bitkide beslendiği belirlenmiştir. Türkiye’nin Güney batısında yapılan bir çalışmada Cecidomyiidae familyasına ait 55 tür bulunmuştur. Orman alanlarında yapılan bir diğer çalışmada da 31 tür fitofag, 1 tür zoofag ve 1 tür fitosaprofagus cecidomid türün yaşadığı belirlenmiştir. Fitofag türlerden biri olan Zeytin kabuk sineği, Resseliella oleisuga zeytinde ekonomik öneme sahip potansiyel bir tür olduğu bildirilmiştir. Resseliella oleisuga ülkemizde ve diğer ülkelerde de hakkında fazla bilgi bulunmayan bir zararlı türdür. Çoğunlukla zeytinde zarara neden olan Resseliella oleisuga, ayrıca Oleacea familyasından Akçakesme Phillyrea spp. ve Dişbudak Fraxinus spp. de belirlenmiştir. Resseliella oleisuga Akdeniz’de (Fas, Fransa, Filistin, Hırvatistan, İtalya, İsrail, İspanya, Malta, Suriye, Türkiye, Yunanistan) ve Avusturya’da yayılış gösteren bir zararlıdır. Resseliella oleisuga’nın larvaları zeytin ağaçlarının dal ve gövdelerinin kabuk altlarında gelişerek sürgünlerin kurumasına neden olmaktadırlar. R. oleisuga’nın varlığı Türkiye’de ilk defa Bodenheimer (1939) tarafından varlığı bildirilmiştir. Ülkemizde Dal kurutan kızılkurt, Dal kızılkurdu, Zeytin dal sineği ve Kızılkurt şeklinde adlandırılmıştır. Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yapılan çalışmalarda zeytin ağaçlarında genç dal ve sürgünlerde görülen kurumaların, R. oleisuga’nın neden olduğu belirlenmiştir. Resseliella oleisuga erginleri çok küçük ve narin yapılı olup, boncuk şeklinde dizilmiş antenlere sahip ve kanatlarının şeffaf yapıda olduğu gözlemlenmiştir. Erginlerin yaklaşık 3 mm boyunda olduğu bildirilmiştir. Vücut rengi siyahımsı, abdomenleri dişilerde portakal rengi erkeklerde gri renkte olarak belirlenmiştir. Yumurtaları oval, uzamış ve saydamdır. Resseliella oleisuga özellikle zeytinlerde beslenmekle birlikte, Oleaceae’dan Akçakesme Phillyrea spp. ve Dişbudak Fraxinus spp.’de gelişmektedir. Kışı larva döneminde geçirdikten sonra erginleri ilkbaharda görülmeye başlar. Erginlerin ömrü 2-3 gün olup çiftleşen dişiler yumurtalarını kabuklardaki çatlaklara ortalama 100 adet olarak koyar ve 3-4 gün içinde larvalar görülmeye başlar Yumurtaları ufak ortama 0.25-0.30 mm boyutlarında, grup olarak (10-30’lu grup) yan yana sıralı bir şekilde koyar. Larvaları ise, yumurtadan çıkışta beyazımsı ve şeffaf, daha sonraki dönemlerde portakal veya turuncu renge dönüştüğü tespit edilmiştir. Son dönem larvaların boyu yaklaşık 3 mm ve pupaları kehribar sarısı-portakal renginde, 1.5-2.1 mm boyundadır. Larvalar bir arada birbirine yakın olarak yaşarlar ve kabuk altında yuva yaparak, kabukta beslendiği belirlenmiştir. Üç larva ile pupa dönemlerinin toplam 17-20 günde, topraktaki pupa dönemlerini 7-10 günde tamamlayarak, yılda 2-4 döl verir. Yumurtadan ergine 35-50 günde tamamlamaktadır. Larva, kuluçkadan çıktıktan sonra yarı saydam yumurta gibi, daha sonra gelişme sırasında turuncu bir renk alır ve olgunlaştığında 3-4 mm uzunluğa ulaşır; Çok küçük iki parçalı antene ve klasik çiğneme cihazına kıyasla büyük ölçüde küçültülmüş, modifiye edilmiş bir ağız parçalarına sahiptir, minik stilform mandibulalar sayesinde emmeye uygundur. Yetişkin sinek küçük ve narindir, 2-3 mm uzunluğundadır ve tüm cecidomids gibi holoptik bileşik gözlere ve emici ağız parçalarına sahiptir. Dişinin karnının turuncu renkli bölümleri vardır ve uçta, dışa doğru çevrildiğinde tüm karın kadar uzun olan karakteristik bir teleskopik replasman yumurtlama cihazı gösterir; erkek ise karanlık bir karına sahiptir ve sonunda forseps şeklinde bir genital zırha sahiptir. Erkeğin antenleri, anten sayısı aynı olsa bile, dişilerinkinden önemli ölçüde daha uzun ve daha karmaşıktır. Mikro iklim koşulları izin veriyorsa, erginler iyi mevsim boyunca bulunurlar ve dolu yaraları, soğuk yaralanmaları, Cicadidae tarafından yumurtlama yaraları dahil olmak üzere üreme amaçları için yumurtlamaya uygun alanların çoğundan yararlanma yeteneği gösterirler. ZARAR ŞEKLİ R. oleisuga zeytin ağaçlarının ince ve kalın dallarının kurumasına neden olmaktadır. Yumurtalarını kabuklardaki çatlaklara bırakır ve yumurtadan çıkan larvalar kabuk altında bir arada bulunarak, kambiyumda beslenir. Larvaların beslendiği kabuğun üst kısmında önce kırmızımsı küçük, daha sonra morumsu büyük lekeler meydana getirirler ve daha sonra kabuk üzerinde minik çatlaklar oluşturur. Bu kısımdaki kabuk kaldırıldığında portakal renkli larvaların yan yana bir arada bulunduğu görülür. Resseliella oleisuga’nın zararı sonucu zeytin ağaçlarındaki değişik ebat ve kalınlıktaki ince ve kalın dallarında kurumalar meydana geldiği tespit edilmiştir. Kuruyan yapraklar ve meyvelerin kahverengiye döndüğü ve ağaçlar üzerinde belirgin olarak ayırt edilebildiği belirlenmiştir. Daha sonra kuruyan kısımlarda bulunan meyveler kuruyarak düşmektedir. R. oleisuga’nın zararı nedeniyle görülen kurumalar en fazla ağustos ayında, daha sonrada eylül ayında olmaktadır. Dolu ve budama sonucu oluşan kabuklardaki yaralara, zararlının dişileri tarafından yumurtalarını bırakırlar. İtalya’da yapılan bir çalışmada sürgünlerdeki bu kurumaların R. oleisuga’nın larvaları ve Libertella sp. fungusu ile ilişkili olduğu belirlenmiştir. Yetişkin bitkilerde ticari zeytinliklerde bile ara sıra hasara neden olabilen, genellikle hafife alınan sinektir. Ancak fidanlık alanında izlenmesi ve kontrolü özellikle önemlidir. R. oleisuga’nın; Adana’da Yüreğir, Ceyhan, Kozan ve Yumurtalık’ta, Gaziantep’te İslahiye, Nizip, Oğuzeli ve Şahinbey’de, Hatay’da Altınözü, Antakya, Belen, Dörtyol, Erzin, Hassa, İskenderun, Kırıkhan, Merkez, Serinyol ve Samandağ’da, Kahramanmaraş’ta Pazarcık, Türkoğlu ve Merkez’de, Kilis’de Merkez ve Musabeyli’de, Mersin’de Aydıncık, Erdemli, Merkez, Mut, Tarsus ve Taşucu’nda, Osmaniye’de Bahçe, Düziçi, Kadirli ve Merkez’de varlığı belirlenmiştir. Ülkemizde zeytin bahçelerindeki kurumaların ortalama %27’sinin R. oleisuga nedeniyle meydana geldiği tespit edilmiştir. DOĞAL DÜŞMANLARI Resseliella oleisuga’nın İtalya’da predatör Pyemotes ventricosus (Acari: Pyemotidae), Hymenoptera’dan ektoparazit Eupelmus sp. (Chalcidoidea: Eupelmidae) Ve endoparazitler Platygaster sp. ve Leptacis sp. (Proctotrupoidea: Platygasteridae) doğal düşmanları olarak belirlenmiştir. MÜCADELESİ Resseliella oleisuga bugüne kadar zeytin bahçelerinde dikkate alınmamış ve mücadelesi bilinmeyen bir zararlı türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu zararlıyla mücadelede Kültürel önlemler Öncelikle dikkat edilmesi gereken hususların başında gelmektedir. Kuruyan dalların bahçelerden uzaklaştırılarak imha edilmesi, Ağaçlarda meydana gelen dolu, don yaraların kapatılması için kış mücadelesine önem verilmelidir. Budama yaparken yara oluşturmamaya dikkat edilmeli, oluşan yaralar kapatılmalıdır. Bu zararlıya karşı henüz Ruhsatlı bir Bitki Koruma Ürünü yoktur.
Aziz ÖZKAN Ziraat mühendisi ANTALYA ZİRAİ KARANTİNA MÜDÜRLÜĞÜ ozkanaziz@gmail.com https://www.azizozkan.com/ KAYNAKLAR https://olivoeolio.edagricole.it/agrofarmaci-difesa/resseliella-oleisuga-il-moscerino-suggiscorza/ https://www.facebook.com/StazioneSperimentaleAgrometeo/photos/pcb.849656559008019/849656505674691 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/556651