“Gurbete bir başka olur
bayramlar/Hüzün çöker hep gönüller üstüne
Bin yıl gibi uzar haftalar
aylar/Mevsimler biniyor yıllar üstüne”
Akdeniz
bölgesinde güzel bir şehre tayin olmuştum. Bu şehrin nem’i fazla olduğundan
sıcaklarıda o denli yakıcı oluyordu. Tayin işleri taşınma derken memlekete
gidememiştik. Bayramda da gidemedik. Bayramı bu ilk kez geldiğimiz şehirde
geçirecektik.
Ramazan
ayının pek hissedilmediği gencinden yaşlısına fütursuzca oruç yiyenlerin bol
olduğu, oruç tutanların ise azınlıkta kaldığı, “Ramazan dolayısı ile kapalıyız”
yazısınına hiç mi hiç rastlamadığım bu şehirde bakalım bayram nasıl olacaktı.
Arefe
günü çikolata, şeker, baklava alıp eve geldik. Öyle ya yarın bayramdı ve oturduğum
sitede tam altmış daire vardı. Bu komşular gerçi taşındığımızda merak edip
kimsiniz, hoş geldiniz diye sormamıştı. Ama herhalde bayramı bekliyorlardı hoş
geldiniz demeyi ve bayramlaşmayı birlikte yapacaklardı. Fakat oturduğumuz onbeş
katlı sitenin on beşinci katındaki dairemizin kapısını
Fuzulinin;
“Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge/Ne
açar kimse kapım badı sabadan gayrı” dizelerindeki gibi inanın rüzgârdan
başka (Sadece şeker almaya gelen 2 çocuktan başka) kapıyı tıkırdatan olmadı.
“Böyle
midir sizin elin töresi, hele bir yol sefa geldin desene”
Bir
kez daha anladım ki kalabalıklar yalnızlar ordusudur. Nasıl ki resmi veya özel
dairelerde Internet yüzünden herkesin sanal bir dünyası olup da aynı odada
yalnızlık çektiği gibi, apartmanlar, sitelerde aynı, herkes kendi dünyasında.
Fakat benim içimde dairelerde daktiloların olduğu dönemdeki muhabbet, dostluk
bir uhde olarak kalmıştır.
Peki
dedim içimden bu sitedekiler ehli dünya, bulunduğum şehirde turistik bir şehir
olabilir napalım. Ama bir ramazan boyunca aynı sohbet yerinde teravih
kıldığımız “Muhabbet fedailerine ne oldu”
Muhabbet fedaileri ne yazık ki nisyan fedailerine dönüşmüş. Üstadın Müfrithane
irtibat vasiyetini bihakkın yerine getiriyorlar!
Eğer
bulunduğun yerde akrabaların varsa veya memleketine yakın bir yerde isen o
zaman bayram olduğunu anlıyor insan, çünkü gidecek bir yerin veya kapını
çalacak kimsen oluyor.
“Solgun
güneş ufuklara indikçe/Hüzün çöker gün akşama döndükçe
Hasret
yüreğime çöreklendikçe/ALO der yüklerim teller üstüne”
Diyen şair
gibi bizde memlekette hayatta olan anamızı aradık onunla bayramlaştık. Onun
tatlı sesi, Onun moral veren dua yüklü sesi ile avunduk.
Bir
arkadaşın Ana ile ilgili Atasözünü değiştirerek söylediği gibi “Ağlarsa
anam ağlar/Gayrısı pleybek yapar” bu sözün ne denli anlamlı olduğunu
yaşadım ve anladım.
Bize
ne olmuştu? Ahir zaman insanları bu kadarmı değiştirmişti. İmtihan bu kadar mı
çetin olmuştu. Bu vurdumduymazlık, bu irtibatsızlık ehli dünyasından, ehli
dindarına bu kadarmı yerleşmişti.
Fakat
olsun nasılsa birgün kabre yapayalnız gireceğiz, varsın aramasın, varsın
sormasınlar. Ama çocukluğumuzda doyasıya yaşadığımız bayramları günümüz
çocukları sadece tatil olarak görmektedir. Bu kutsi bayramların o küçücük
bedenlerde, ruhlarda tatil olarak nakşolmasında bizim, sizin, hepimizin hiçmi
suçu yok.
Birbirimizin
üstüne kapattığımız kapıların altından artık sadece hamam böcekleri giriyor.
Bayramlarımızın
özlemini çektiğimiz çocukluk günlerimizdeki gibi olması dileği ile
Aziz
ÖZKAN 01.10.2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder