Geçen yıl memlekete gidememiştim. Bu yıl Temmuz ayında iki hafta izin alarak. Önce memleketim Çorum ili Alaca ilçesine gittim. Oradan Yozgat-Çorum-Ankara illerine gidip akrabaları tanıdıkları ziyaret ettim. Fakat iş ortamının stresinden uzaklaşmak için gittiğim her yerde yine kendimi bir bahçede veya bağda buldum.
Şairin
“Yârimin sevdası vardır başımda\ Uyansam karşımda yatsam düşümde
Her ne tarafa gitsem bile peşimde\ Benim ile yoldaş oldu hayali”
dediği gibi başımızda bir sevda varki ne zaman bir bahçe ve bağa gitsem ferahlıyorum, o bahçenin sahibi ile bahçeyi inceleyip hastalık ve zararlılar hakkında yerinde bilgi vermek. Mücadele zamanını anlatmak veya yapacağı işleri yazıp ona vermek bana büyük huzur veriyor.
Çünkü memleketimde ağaçlar, bağlar
sahipsiz bir yaprak delen hastalığı bütün kayısıları kasıp kavuruyor. Nereye
gittim ise görüntü aynı o emek verilmiş, yıllarca meyvesinden istifade edilmiş
kayısı ağaçları yaprak delen (çil) hastalığından kuruyor. Bahçe sahipleri hastalıktan
habersiz, soruyorum neden meyveler böyle “bilmiyorum ki bu sene meyveler böyle
oldu diyorlar” Yazık inan ki çok yazık
Ayvalarda bir ayva monilyası almış
başını gidiyor. Bir dur diyen yok. Neden böyle diyen yok. İşin garibi ağaç göz
göre göre kuruyor ağacın hasta olduğundan haberleri yok. Bu durum çiftçi
bahçelerinde de böyle olduğu gibi belediyelere ait park ve bahçelerde de aynı.
Bir vurdumduymazlık ki sormayın
Çorum- Yozgat- Ankara üçgeninde ne
kadar köy ve bahçe gezdi isem maalesef sorun aynı. Elmalarda elma iç kurdu, bazı bahçelerdeki
elmalarda çok tehlikeli bir zararlı olan san
jose kabuklu biti, Cevizlerde antraknoz,
nohutlarda nohut antraknozu,
meyve ağaçlarında derin dikim.
Armutta memeli pas ve armut kaplanı, Şeftali ağaçlarında Şeftali yaprak kıvırcıklığı hastalığı (glok), bağlarda külleme ve bağ uyuzu yaygın. Bir köydeki bahçe
içindeki kayısı ağaçlarında aynı ağaçta çiçek ve meyve monilyası, yaprak
delen hastalığı şeftali güvesi hemde çekirdeğinde badem iç kurdu vardı. Aynı bahçede
başka bir kayısı ağacında ise Badem iç
kurdu ve Sharka virüs hastalığı vardı. Ağaçlar tek kelime ile ibretlik bir görüntü çiziyordu.
Memleketimin leblebisinden başka
meşhur olan birde unu vardı. Ne yazık
ki çok kazanma uğruna bu özellik kalmamış nedenini araştırdığımda
İklim şartlarına
uygun Bezostaya çeşidi bırakılmış çok
verim veriyor diye Trakya çeşidine geçilmiş, bu çeşide de artık talep
olmadığından meşhur unu muz kalmamış
maalesef.
İlçemin ticaret
odası başkanından aldığım bilgilere göre;
Çiftçinin
bilinçsiz olması, sertifikalı tohum kullanılmaması, bölgenin iklim şartlarına
uygun çeşit seçiminin yapılmıyor olması, Üreticilerin her sene aynı gübreleri
atıyor olması, Hiç kimsenin toprak tahlili yaptırıp ta benim tarlamda hangi
besin elementi eksikse ben tahlil sonucuna göre unu atayım diyen çiftçinin
olmaması gibi nedenler le beklenen verim, kalite maalesef tutturulamıyor.
İlçemde sevindirici bir gelişme
olarak MIR cihazını gördüm. Ticaret
borsasında bu cihaza konulan tohum numunelerinin 40 saniyede 7 çeşit değerini
veriyor.
Danenin Rutubet, Protein, Sertlik, Gluten, Sedim,
Hektolitre ağırlığı, Enerji (alveo) gibi değerlerini 40 saniyede veriyor.
Fiyatlandırma bu değerlere göre olmaktadır.
Ankara nın Altındağ ilçesinin Karapürçek-Tatlar
ve Peçenek mahallelerinin buğdaylarında yaptığım inceleme neticesinde
buğdaylarda süne zararının fazla olduğunu gördüm. Öyleki ambara alınan buğday
elenerek içinde kalan süneler dışarı atılmaktadır. Bu süneler buğdayla birlikte
maalesef ambarlarada girmiş olduğunu tespit ettim.
Buğday
üreticilerinin birçoğu ekmeğinin ortağı
ve baş düşmanı olan süneyi tanımıyor, mücadelesini bilmiyor. Onlara dedim
ki neden ilgilenmediniz bu buğdayı kime satacaksınız? Kaça satacaksınız? Eğer
100 buğday danesinde 20 den fazla süne zararı varsa değil ekmek hayvan bile bu
buğdayı yemiyor. Ne olur duyarlı olun. İlgili olun diye konuştum, anlattım. Sonunda
ne mi oldu Babayı oğula düşman ettim.
Genelde
yaşlı çiftçileri daha ilgili gördüm. Yaşlı çiftçiler ben anlattıkça
oğullarından yakındılar.
Söz süne
zararlısına gelince Ankara ve Çankırı köylerinin de süne, kımıl ve çekirge
zararına karşı halkın anlattığı bir sığırcık suyu hikâyesi var ki; çok ilgimi
çekti. Cumhuriyetin ilk yıllarında üreticilerin süne zararlısından korunmak
için tarlalarına muska astıklarını duymuş ve resminide görmüştüm. Ama bu su hikâyesi
gerçekten çok ilginçti. Konu hakkında İnternette yapmış olduğum araştırma
köylülerin bu anlattıklarını doğruluyordu. Şöyle ki;
“ Şeyh Ali Semerkandî, Hicrî 720 / Miladî 1320
yılında İsfahan’da doğmuştur. Babası Yahya Efendi’dir. İkinci Halife Hz.
Ömer’in torunlarındandır. Şeyh
Ali Semerkandî, irşat görevi için geziyordu. Konya ve çevresindeki hizmetlerini
tamamlayıp Alanya yoluna düştü. Kendisine ait bir asanın, bir hırkanın ve
benzeri eşyaların Alanya’da saklı bulunduğu nakledilmektedir. Alanya ve
havalisini denetiminden geçirdikten sonra Alanya’dan ayrıldı. Uzun bir
yolculuğun ardından günümüzde önce Çankırı’ya, sonra da Karabük’e bağlanan ve o
zamanki adı “Örenşar” olan Eskipazar’a kadar geldi.
Eskipazar’da ikamet etmeye niyetlenen büyük
veli, irşat hizmetlerini çeşitli vesilelerle halka aktarmaya çalışıyordu. Burada, onun kerametinin bir eseri olarak,
duasıyla yerden bir su çıkmış; suyun ulaştığı yerde meydana gelen başları ve
karınları beyaz “Sığırcık Kuşları” ziraî mahsule zarar veren haşaratı yok
etmiştir. Bu arada Osmanlı Devleti’nin başkenti, o günlerde İslâm
âlimlerinin ve evliyanın merkezi haline gelen Bursa idi. Bursa’da ekili
alanları çekirge sürülerinin işgal etmesi üzerine, halkın çaresiz kaldığını
duyan Şeyh Ali Semerkandî, yanında bulunan bu mübarek sudan bir miktar o
bölgeye göndererek, çekirgelerin yok olmasını sağladı. Padişah bu iyilik
karşısında onu Bursa’ya davet etti. Şeyh Ali Semerkandî’nin Bursa’ya teşrif
etmesinin ardından Padişah Murat Hüdavendigâr, bu büyük zatın yanı başında
vezir olarak bulunmasını istedi. Çünkü onu çok beğenip, sevmişti. Vezirler de
aynı istekte bulundular. Ancak her ne teklif ettilerse Şeyh Ali Semerkandî, bunların
hiçbirine iltifat etmedi. Yalnız Padişah’tan yöre halkının vergi ve askerlikten
muaf tutulmasını istedi. Padişah da bir ferman yazdırarak bu isteği kabul etti
ve bu sayede İstiklâl Harbi yıllarına kadar Çamlıdere Bölgesi’nden vergi
alınmadı, askere giden olmadı.”
Buğday ziraatı ile meşgul olan çiftçiler; Ankara’nın Çamlıdere ilçesine
gidip bu şeyhin türbesinde kurban keserlermiş. Sonrada bu sığırcık çeşmesinden
su getirip dua ederek köy camisine asarlarmış. Böylece hububata musallat olan
böceklerden kurtulmuş oluyorlarmış. Peki dedim bu sene buğdaylarda süne zararı
fazla neden bu suyun faydası görülmedi diye sorduğumda bana; Bu sene oradan su
getirilmediğini anlattılar.
Ankara da kayınpederin meyve
ağaçlarını kontrol edip, mücadele takvimi ile ilgili bilgi verdikten sonra aynı
yerdeki bağ’ı kontrol ettim. Henüz
koruk döneminde olan bağda külleme
hastalığı ve bağ uyuzunun yoğun
olduğunu acilen mücadele edilmesi gerektiğini anlattım. İkna oldular sabah
06.00 da ilaçlama için bağa gittik ama benim kayın birader hiç memnun
olmamıştı. Bu erken vakitte burada işimiz nedir? Beni kastederek babasının
yanında “Bunlar hep senin başının altından çıkıyor diye bana serzenişte
bulunuyordu” Öyle ya hiç emek vermeden o bağdan ne kadarda çok üzüm yemişlerdi.
Ne gereği vardı, ne alırsak o kardır. Zihniyeti her yerde ve her zaman karşıma
çıkıyordu.
İncelemiş olduğum meyve
bahçelerinden en bakımlı olan ve çok hoşuma giden bir bahçe vardı ki Ankara
üniversitesi Ziraat Fakültesi bahçesi yeni çeşitlerin denendiği bu
bahçede daha önce görmediğim tam bodur elma çeşitleri ile deveci armutları ve
siyaha yakın bordo renkli armutlar ile çok sağlıklı ağaçlarda mürdüm eriklerini
gördüm. Ayrıca az miktardaki şeftali ağaçlarını inceledim. Gerek şeftali gerek
nektarin ağaçlarında toprakla ilgili bir sıkıntı vardı, Sararmışlardı, bahçede
tek hoşuma gitmeyen görüntü şeftali ağaçları idi.
İki haftalık iznimizi böylece
bitirerek görevimizin başına döndük.
Aziz
ÖZKAN
ozkanaziz@gmail.com
Kaynak:
http://www.biriz.biz/evliyalar/ea0303.htm
AZİZ BEY, DEĞERLİ ÇALIŞMALARINIZDAN DOLAYI SİZLERİ TEBRİK EDİYORUM.
YanıtlaSil