7 Temmuz 2017 Cuma

ÇOCUKLUĞUMUZUN OYUNLARI ANTALYA' DA YAŞATILIYOR

Yaşı otuz ve üzerinde olanların çok iyi hatırlayacağı eskinin vazgeçilmez oyunları Antalya’ da yaşatılıyor.
Antalya Büyükşehir belediyesinin cumhuriyet meydanına yaptırdığı eskinin oyunları büyük ilgi görmektedir.
Antalya’ ya gelenlerin uğrak yeri olan Antalya valiliğinin önündeki meydanın çevresinde yaptırılan eski oyunlarımızdan; seksek, bilye, çember, beş taş gibi oyunların temsili figürleri yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Hemen her görenin yanında bir fotoğraf çektirdikleri bu figürler yerli ve yurt içinden gelen halka da bir nostalji yaşatmaktadır.

Neşeli, sorumsuz, güzel ve en masum günlerimiz, şüphesiz yaşanılan çocukluk anlarımızdır. Varlıklı da, yoksul da olsak, bu değişmezdi. Yüzdeki gülümsemeler, kahkahalar, heyecanlar hep aynıydı. Hele mahalle aralarında, sokaklarımızda oynanan oyunlar, çocukluğumuzun unutulmazları olmuştu. Özellikle, otuz-kırk yıl evvelki oyunları unutmak ne mümkün. Okuldan geldikten sonra dışarıya çıkardık. Önce oturur, karar verirdik; hangi oyunları oynayacağımıza. Tatlı geçen bir münakaşadan sonra ellerimizde demir çemberleri çevirmekle oyunlara başlardık. Ceplerimizdeki en kralından olan cam bilyeleri tokuşturmakla eğlenmeyi sürdürürdük.
Karanlık çökmeden bir köşeye sakladığımız çelik-çomağımızı çıkartıp, birkaç cam kırılana kadar oynar, neşemize neşe katardık. Dokuztaş, Saklambaç, Köşe Kapmaca gibi birçok oyunu da kız arkadaşlarımız ile birlikte oynardık. Birdirbir, Uzuneşek, Topaç çevirmeyi yalnız erkekler oynardı. Futbolcu kartları, gazoz kapakları bizim oyunlarımızın değişmez birer parçaları idi.
Hele bir de bizi, renkli, renkli tellerden tel arabası yaparken görseniz, şaşırırdınız. Karanlık çökerken yorgun, argın eve giderken bile “ebem sende” oyununu oynardık. Nasıl unutulur bu oyunlar, mümkün mü? Hem bedenimiz, hem de arkadaşlığımız kuvvetlenirdi. Birlikte karar vermeyi, eğlenmeyi, gülmeyi,  küsmeyi bize bu oyunlar öğretmişti.

         Yağmur yağdığında eskiden. seller akardı. Bir de Arap kızı vardı, ama şimdi bir kere bile camdan bakmıyor artık.
           Kaçan tavşanı tutan tazı olmalıydı. Şimdi tavşan da var tazı da var. Ama ne kaçan oldu ne tutan oldu.
          Canımın kalmadığı anda beni oyundan çıkaran oyun yakan top muydu?
Saklambaçtı benim oyunum. Ya kimse bulamazsa beni, oyunun kuralı bu idi.
          Kutu kutu pense ne demekti acaba? Elmamı da yediler işte... Bana da sapı kaldı...
          Yağda satarım balda satarım balda satarım.
          Hu hu komşu oğlun geldimi? ile başlayan, peki ama su nerde? İnek içti, inek nerde? dağa kaçtı dağ nerde? Site oldu, Apartman oldu, Bilgisayar oldu.
Çocuktuk bu oyunları oynardık. Annelerimiz evden çağırınca gitmez, kulakları kaptırınca üst baş çamur, eller kollar çizik içinde evin yolunu tutardık.
           İlk fırsatta tekrar dışarı fırlar, oyunumuza kaldığımız yerden devam ederdik.
           Elimiz yüzümüz çizilirdi belki ama zevk alırdık oynadıklarımızdan. Arkadaşlarımız kendi mahallemizden, her gün onlarca kez kavga edip onlarca kez barıştığımız arkadaşlarımız vardı. Bilgisayarımız yoktu, İnternetten edindiğimiz yabancı arkadaşlarımız da yoktu.
         

Şimdiki çocukların hayatları dolu; fen bilgisi, tarih ve matematik ile. Her geçen gün eklenen bir yeni büyük sınavla hayatlarını karartmaya devam ediyoruz, Oyun-moyun yasak onlara! Ne bilirler yakar topu, çelik-çomağı, çember çevirmeyi? İstopu, topaç çevirmeyi, beştaş oyununu bilirler mi? Mahallesinde, sokağında oyunlar oynayıp tadına varabilmişler mi? Birlikte oldukları arkadaşları ile terleyip güldükleri, hüzünlendikleri, bazen de kavga ettikleri anları hiç oldu mu? Kısacası hayal kurabiliyorlar mı? Nerede çocuklarımızın hayalleri? Nerede?.. Oynadıkları tek şey bilgisayardaki oyunlar. Bu oyunlar adeta çocuklarımızı esir almaktadır. Bütün önceliğini bu bilgisayardaki ismini ve cismini bilmediği sanal arkadaşı ile oynadığı oyuna vermektedir.
 Nasıl ki resmi veya özel dairelerde Internet yüzünden herkesin sanal bir dünyası olup da aynı odada yalnızlık çektiği gibi, apartmanlarda, sitelerde onlarca ailelerin komşusuzluk çektikleri de bir vakıadır. Günümüzde komşusunun hastalığından veya ölümünden habersiz yaşayan ne kadarda çok insan vardır. Herkes kendi dünyasında yaşayıp gitmektedir. Fakat benim içimde dairelerde daktiloların olduğu dönemdeki muhabbet ve dostluk bir uhde olarak kalmıştır.
Evet, eskinin bu güzelim oyunları ne yazık ki unutuldu. Her gördüğümde içimin sızladığı kağnı, dirgen, yaba, döven ve karasaban gibi artık bu oyunları temsil eden figürler parkları bahçeleri süslemektedir.
          Şu an okullarda yalnızca öğrenim gören, eğitimi televizyon ve internete bırakılan bir nesil yetiştiriyoruz. Çocuklarımızın zamanlarının en kıymetlisi olan çocukluklarını elinden almışız. Bizim geleceğimiz olan bu çocukların bu zamanlarını geri vermek için bir şeyler yapmamız gereklidir. Onlara eskiden oynadığımız oyunları öğretelim. Yalnızca anne, baba olarak değil, hepimiz seferber olalım. Onların hayallerini ve hayatlarını kurtaralım!
Yüzlerindeki gülümsemelerini, kahkahalarını, neşelerini ve mutluluklarını geri verelim!..
          “Tarihini bilmeyen bir millet tarih olur.” Sözüne istinaden bize tarihimizdeki bu güzelim oyunları hatırlattığı için Antalya Büyükşehir Belediyesine ve emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
                                                           

Aziz ÖZKAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder