Yaşı otuz ve
üzerinde olanların çok iyi hatırlayacağı eskinin vazgeçilmez oyunları Antalya’
da yaşatılıyor.
Antalya
Büyükşehir belediyesinin cumhuriyet meydanına yaptırdığı eskinin oyunları büyük
ilgi görmektedir.
Antalya’ ya
gelenlerin uğrak yeri olan Antalya valiliğinin önündeki meydanın çevresinde
yaptırılan eski oyunlarımızdan; seksek, bilye, çember, beş taş gibi oyunların
temsili figürleri yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Hemen her görenin
yanında bir fotoğraf çektirdikleri bu figürler yerli ve yurt içinden gelen
halka da bir nostalji yaşatmaktadır.
Neşeli,
sorumsuz, güzel ve en masum günlerimiz, şüphesiz yaşanılan çocukluk
anlarımızdır. Varlıklı da, yoksul da olsak, bu değişmezdi. Yüzdeki
gülümsemeler, kahkahalar, heyecanlar hep aynıydı. Hele mahalle aralarında,
sokaklarımızda oynanan oyunlar, çocukluğumuzun unutulmazları olmuştu.
Özellikle, otuz-kırk yıl evvelki oyunları unutmak ne mümkün. Okuldan geldikten
sonra dışarıya çıkardık. Önce oturur, karar verirdik; hangi oyunları oynayacağımıza.
Tatlı geçen bir münakaşadan sonra ellerimizde demir çemberleri çevirmekle oyunlara
başlardık. Ceplerimizdeki en kralından olan cam bilyeleri tokuşturmakla
eğlenmeyi sürdürürdük.
Karanlık çökmeden
bir köşeye sakladığımız çelik-çomağımızı çıkartıp, birkaç cam kırılana kadar
oynar, neşemize neşe katardık. Dokuztaş, Saklambaç, Köşe Kapmaca gibi birçok
oyunu da kız arkadaşlarımız ile birlikte oynardık. Birdirbir, Uzuneşek, Topaç çevirmeyi
yalnız erkekler oynardı. Futbolcu kartları, gazoz kapakları bizim oyunlarımızın değişmez birer parçaları idi.
Hele bir de
bizi, renkli, renkli tellerden tel arabası yaparken görseniz, şaşırırdınız. Karanlık
çökerken yorgun, argın eve giderken bile “ebem sende” oyununu oynardık. Nasıl
unutulur bu oyunlar, mümkün mü? Hem bedenimiz, hem de arkadaşlığımız
kuvvetlenirdi. Birlikte karar vermeyi, eğlenmeyi, gülmeyi, küsmeyi bize bu oyunlar öğretmişti.
Yağmur yağdığında eskiden. seller
akardı. Bir de Arap kızı vardı, ama şimdi bir kere bile camdan bakmıyor artık.
Kaçan
tavşanı tutan tazı olmalıydı. Şimdi tavşan da var tazı da var. Ama ne kaçan oldu
ne tutan oldu.
Canımın kalmadığı anda beni oyundan çıkaran oyun yakan top muydu?
Canımın kalmadığı anda beni oyundan çıkaran oyun yakan top muydu?
Saklambaçtı benim oyunum. Ya
kimse bulamazsa beni, oyunun kuralı bu idi.
Kutu kutu pense ne demekti acaba? Elmamı da yediler işte... Bana da sapı kaldı...
Yağda satarım balda satarım balda satarım.
Kutu kutu pense ne demekti acaba? Elmamı da yediler işte... Bana da sapı kaldı...
Yağda satarım balda satarım balda satarım.
Hu hu komşu oğlun geldimi? ile
başlayan, peki ama su nerde? İnek içti, inek nerde? dağa kaçtı dağ nerde? Site oldu, Apartman oldu, Bilgisayar oldu.
Çocuktuk bu
oyunları oynardık. Annelerimiz evden çağırınca gitmez, kulakları kaptırınca üst
baş çamur, eller kollar çizik içinde evin yolunu tutardık.
İlk fırsatta tekrar dışarı fırlar,
oyunumuza kaldığımız yerden devam ederdik.
Elimiz yüzümüz çizilirdi belki ama zevk alırdık oynadıklarımızdan. Arkadaşlarımız kendi mahallemizden, her gün onlarca kez kavga edip onlarca kez barıştığımız arkadaşlarımız vardı. Bilgisayarımız yoktu, İnternetten edindiğimiz yabancı arkadaşlarımız da yoktu.
Elimiz yüzümüz çizilirdi belki ama zevk alırdık oynadıklarımızdan. Arkadaşlarımız kendi mahallemizden, her gün onlarca kez kavga edip onlarca kez barıştığımız arkadaşlarımız vardı. Bilgisayarımız yoktu, İnternetten edindiğimiz yabancı arkadaşlarımız da yoktu.
Şimdiki çocukların hayatları
dolu; fen bilgisi, tarih ve matematik ile. Her geçen gün eklenen bir yeni büyük
sınavla hayatlarını karartmaya devam ediyoruz, Oyun-moyun yasak onlara! Ne
bilirler yakar topu, çelik-çomağı, çember çevirmeyi? İstopu, topaç çevirmeyi,
beştaş oyununu bilirler mi? Mahallesinde, sokağında oyunlar oynayıp tadına
varabilmişler mi? Birlikte oldukları arkadaşları ile terleyip güldükleri,
hüzünlendikleri, bazen de kavga ettikleri anları hiç oldu mu? Kısacası hayal
kurabiliyorlar mı? Nerede çocuklarımızın hayalleri? Nerede?.. Oynadıkları tek
şey bilgisayardaki oyunlar. Bu oyunlar adeta çocuklarımızı esir almaktadır.
Bütün önceliğini bu bilgisayardaki ismini ve cismini bilmediği sanal arkadaşı
ile oynadığı oyuna vermektedir.
Nasıl ki resmi veya özel dairelerde
Internet yüzünden herkesin sanal bir dünyası olup da aynı odada yalnızlık
çektiği gibi, apartmanlarda, sitelerde onlarca ailelerin komşusuzluk çektikleri
de bir vakıadır. Günümüzde komşusunun hastalığından veya ölümünden habersiz
yaşayan ne kadarda çok insan vardır. Herkes kendi dünyasında yaşayıp
gitmektedir. Fakat benim içimde dairelerde daktiloların olduğu dönemdeki
muhabbet ve dostluk bir uhde olarak kalmıştır.
Evet,
eskinin bu güzelim oyunları ne yazık ki unutuldu. Her gördüğümde içimin
sızladığı kağnı, dirgen, yaba, döven ve karasaban gibi artık bu oyunları temsil
eden figürler parkları bahçeleri süslemektedir.
Şu an okullarda yalnızca öğrenim
gören, eğitimi televizyon ve internete bırakılan bir nesil yetiştiriyoruz. Çocuklarımızın
zamanlarının en kıymetlisi olan çocukluklarını elinden almışız. Bizim
geleceğimiz olan bu çocukların bu zamanlarını geri vermek için bir şeyler yapmamız
gereklidir. Onlara eskiden oynadığımız oyunları öğretelim. Yalnızca anne, baba
olarak değil, hepimiz seferber olalım. Onların hayallerini ve hayatlarını
kurtaralım!
Yüzlerindeki gülümsemelerini,
kahkahalarını, neşelerini ve mutluluklarını geri verelim!..
“Tarihini bilmeyen bir
millet tarih olur.” Sözüne istinaden bize tarihimizdeki bu güzelim oyunları
hatırlattığı için Antalya Büyükşehir Belediyesine ve emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
Aziz
ÖZKAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder