7 Temmuz 2017 Cuma

BOZOK YAYLASI

Şair Faruk Nafiz ÇAMLIBEL’ in “On yıl var ayrıyım Kına dağından- Baba ocağından yar kucağından” dediği gibi benden On yılımı alan güzellikler,güzel insanlar diyarı BOZOK YAYLASI’ n dan ayrılışımın ikinci yılı.
Geldiğim yere tam alıştım derken geçenlerde İl İl Türkiye Yazı serilerinin birinde Bozok yaylası ile ilgili yazı çıktı. Bana bu yazı sıladan bir mektup gibi geldi.
Öyle ya Mektuplar dostlardan haber getirir. Gurbeti sılaya sılayı gurbete bağlar. Mektuplar gelen beldeye gönderen kimseye göre kıymet alır.
Yollar Gurbete Bağlandıkça Hasret Çekilmez Oluyor. O yazıyı okuyunca orda geçirdiğimiz on yılı derhatır ettirdi. Arkadaşlar, dostlar Asım kardeşle kuşburnu topladığımız Nohutlu tepesi, kardeşlerle piknik yaptığımız Çalatlı ve Çalatlı da futbol oynarken Hacı abinin gol için koşturması, mangalları yakıp yemeği yiyeceğimiz sıra bizleri sırılsıklam ıslatan yağmur hiç unutulur mu, unutulacak gibi mi?
Türkiye’ nin ilk Milli parkı olan Yozgat Çamlığı şimdi bir başka güzeldir. Kum döken çeşmesi şimdi bir başka soğuk akmaktadır kimbilir.
Şair Recai zade EKREM ‘in “ Geldi Bahar amma neyleyim sensiz baharın şevki yok” dediği gibi geldi baharlar amma insan dostlarını, sılasını arıyor.
Güzel günlerdi vesselam güzel hizmetler yapılıyordu. 4-5 kişi ile bile olsa ne güzel faaliyetler yapılıyordu.
Karlı buzlu günlerde ders için gittiğimiz evden geri dönerken yağan kar-ın yolları, puslu havanın gözleri kapattığı zamanlar evlerin yolunu şaşırıp başka yönlere gittiğimiz olsada güzeldi. Çetin kış şartlarında devamlı yanan soba ile içimiz ısınır, çatırdayarak yanan meşe odununun sıcaklığında ders dinlemek bir başka olurdu.
Arabayı aldığım ilk ay orda kaza yaparak ters dönmüştük, Buraların bilmediği Madımağı, yemliği orda bol bol bulup toplamıştık.
Yine bir hizmet dönüşü gece Sami kardeşin arabasıyla Çekerek ırmağına düşmüştük. Ama tatlı bir burukluk kaplamıştı o an içimizi de ırmağa düştüğümüzü ayaklarımıza dolan ırmak suyu sayesinde anlamıştık.
Zararsız kardeşin Ceviz hasadı ve getirmesi de ayrı mesele ya zaten
Rahmetli olan Hacı Ömer amcanın tatlı sohbetleri, Mekke de yıkılan Ecyad kalesi için Benim ömrüm olursa ben mahkemeye veririm ama sağlığım iyi değil Suudi Arabistanı sizler mahkemeye verin şeklinde bize vasiyeti, Başka evde ders yapılırken bu nurani zatın Can çekişirken bile orada nurani insanlar var beni o odaya götürün şeklinde yakınlarından isteği ve bir ders akşamı ders yapılırken vefatı, Ömer amcanın Türkiye nin her yerinde ne kadar yatır, Türbe varsa ziyaret edip onlardan kabir toprağı getirip vefatında onların kabrine konmasını istemesi ve aynen bu vasiyete uyulması. Hacı Ömer amca için Başinyayla köyünde okutulan mevlide katılan Halil USLU ağabeyin köy odasında bütün köy halkına yaptığı o tesirli ders unutulur mu…
Şimdi 800 Km uzakta şehzadeler şehrinde o günleri anıyor, o günlerin hasretini çekiyorum.
HASRET “Hicranla yanan bir ruhun içten içe sızlanışı değil mi zaten. Şu an duygulu ve hisliyim ve duygulu ve hisli insanlar hasretten acı duyar. His dolu bir gönlün sahilini hasret dalgaları insafsızca döver durur. Vuslatın şafağını gözleyen bir gönülde hasret ılık bir meltem halinde eser ulvi duyguları yeşertir. Mademki insanız ayrılığa mübtelayız. Eylülden Kasıma kadar ağaçlardan dökülür ayrılık, Muhacir Kuşlar İllaki Turnalar ayrılığın nakşını çizer hevenk hevenk atılmış bulutların denizine, sular ayrılığa akar, Sonbaharda baştan sona firakın nağmeleri bestelenir.
Dostlardan ayrılık, vatandan ayrılık, gençlikten ayrılık, Anadan Babadan ayrılık insan kalbini narı cehennem gibi yakar kavurur. Allah’ a imanın serinletmediği her kalp alev alev yanmaktadır.
Mert ve vefakâr insanlar diyarı özledik seni en kısa zamanda kavuşmak arzusuyla



                               19 mayıs 2004                  Aziz ÖZKAN  /  MANİSA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder