Şair Faruk Nafiz ÇAMLIBEL’ in “On yıl var ayrıyım Kına
dağından- Baba ocağından yar kucağından” dediği gibi benden On yılımı alan
güzellikler,güzel insanlar diyarı BOZOK YAYLASI’ n dan ayrılışımın ikinci yılı.
Geldiğim yere tam alıştım derken geçenlerde İl İl
Türkiye Yazı serilerinin birinde Bozok yaylası ile ilgili yazı çıktı. Bana bu
yazı sıladan bir mektup gibi geldi.
Öyle ya Mektuplar dostlardan haber getirir. Gurbeti
sılaya sılayı gurbete bağlar. Mektuplar gelen beldeye gönderen kimseye göre
kıymet alır.
Yollar Gurbete Bağlandıkça Hasret Çekilmez Oluyor. O
yazıyı okuyunca orda geçirdiğimiz on yılı derhatır ettirdi. Arkadaşlar, dostlar
Asım kardeşle kuşburnu topladığımız Nohutlu tepesi, kardeşlerle piknik
yaptığımız Çalatlı ve Çalatlı da futbol oynarken Hacı abinin gol için
koşturması, mangalları yakıp yemeği yiyeceğimiz sıra bizleri sırılsıklam
ıslatan yağmur hiç unutulur mu, unutulacak gibi mi?
Türkiye’ nin ilk Milli parkı olan Yozgat Çamlığı şimdi
bir başka güzeldir. Kum döken çeşmesi şimdi bir başka soğuk akmaktadır
kimbilir.
Şair Recai zade EKREM ‘in “ Geldi Bahar amma neyleyim
sensiz baharın şevki yok” dediği gibi geldi baharlar amma insan dostlarını,
sılasını arıyor.
Güzel günlerdi vesselam güzel hizmetler yapılıyordu.
4-5 kişi ile bile olsa ne güzel faaliyetler yapılıyordu.
Karlı buzlu günlerde ders için gittiğimiz evden geri
dönerken yağan kar-ın yolları, puslu havanın gözleri kapattığı zamanlar evlerin
yolunu şaşırıp başka yönlere gittiğimiz olsada güzeldi. Çetin kış şartlarında
devamlı yanan soba ile içimiz ısınır, çatırdayarak yanan meşe odununun
sıcaklığında ders dinlemek bir başka olurdu.
Arabayı aldığım ilk ay orda kaza yaparak ters
dönmüştük, Buraların bilmediği Madımağı, yemliği orda bol bol bulup
toplamıştık.
Yine bir hizmet dönüşü gece Sami kardeşin arabasıyla
Çekerek ırmağına düşmüştük. Ama tatlı bir burukluk kaplamıştı o an içimizi de
ırmağa düştüğümüzü ayaklarımıza dolan ırmak suyu sayesinde anlamıştık.
Zararsız kardeşin Ceviz hasadı ve
getirmesi de ayrı mesele ya zaten
Rahmetli olan Hacı Ömer amcanın tatlı
sohbetleri, Mekke de yıkılan Ecyad kalesi için Benim ömrüm olursa ben mahkemeye
veririm ama sağlığım iyi değil Suudi Arabistanı sizler mahkemeye verin şeklinde
bize vasiyeti, Başka evde ders yapılırken bu nurani zatın Can çekişirken bile
orada nurani insanlar var beni o odaya götürün şeklinde yakınlarından isteği ve
bir ders akşamı ders yapılırken vefatı, Ömer amcanın Türkiye nin her yerinde ne
kadar yatır, Türbe varsa ziyaret edip onlardan kabir toprağı getirip vefatında
onların kabrine konmasını istemesi ve aynen bu vasiyete uyulması. Hacı Ömer
amca için Başinyayla köyünde okutulan mevlide katılan Halil USLU ağabeyin köy
odasında bütün köy halkına yaptığı o tesirli ders unutulur mu…
Şimdi 800 Km uzakta şehzadeler şehrinde
o günleri anıyor, o günlerin hasretini çekiyorum.
HASRET “Hicranla yanan bir ruhun içten
içe sızlanışı değil mi zaten. Şu an duygulu ve hisliyim ve duygulu ve hisli
insanlar hasretten acı duyar. His dolu bir gönlün sahilini hasret dalgaları
insafsızca döver durur. Vuslatın şafağını gözleyen bir gönülde hasret ılık bir
meltem halinde eser ulvi duyguları yeşertir. Mademki insanız ayrılığa mübtelayız.
Eylülden Kasıma kadar ağaçlardan dökülür ayrılık, Muhacir Kuşlar İllaki
Turnalar ayrılığın nakşını çizer hevenk hevenk atılmış bulutların denizine,
sular ayrılığa akar, Sonbaharda baştan sona firakın nağmeleri bestelenir.
Dostlardan ayrılık, vatandan ayrılık,
gençlikten ayrılık, Anadan Babadan ayrılık insan kalbini narı cehennem gibi
yakar kavurur. Allah’ a imanın serinletmediği her kalp alev alev yanmaktadır.
Mert ve vefakâr insanlar diyarı özledik
seni en kısa zamanda kavuşmak arzusuyla
19 mayıs 2004 Aziz ÖZKAN /
MANİSA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder